bir insanı sevmek

İnsan kimdi ki, diye başlamak istemiyordum aslında bu yazıya; fakat yazılabilecek her bir parça, anlatılabilecek tüm öyküler insanlarla ilgili olmalıdır. Çünkü her şeyi biz üretiyoruz, ve her ne kadar sanat sanat içindir desek de insan, insan için yaşar ve yine kendisi için üretir. Madem her şeyin başında insan geliyorsa, o zaman başlangıç noktası da bu varlığı tanımaktan geçmelidir.

Bazen gürültülü, kimi zaman sessiz, hatta ciddi de olabiliriz aynı zamanda. Aklınıza gelebilecek, ya da gelmeyecek tüm duyguları yaşayabilecek bir kapasitedeyiz. Birden fazla duyguyu hissedip de, bunu açıklayamayacak halde olmak da insana özgü bir davranıştır tabi ki. Doğumunda bile bir mucize ile yeryüzüne gözlerini açan, düşünebilen hayvanlardan bahsediyoruz. Hep böyle söylenmez mi? “Düşünebilen.” Peki aslında bu ne demek? Görebiliyor, dokunabiliyor, duyabiliyor, tadabiliyor, koklayabiliyor ve hissedebiliyoruz. Aslında her şey çok basit. İnsan olmak için tek yapmamız gerekenler, etrafımızı gözlemlemek, olayları duyularımızda süzmek ve hislerimize güvenip yol almak.

Hani kendimize güvenmemiz gereklidir ya, herkesin içinde bir benlik vardır; bir mesleği yapabilmek için veya bir amaca hizmet edebilmek için. Hayatı yaşamak, bir yol seçmek aslında o kadar basit ki sıfırdan başlarken. Bu yüzden çocuklukta toz pembedir her şey, büyüyünce düğümler oluşur. Tarih de bu düğümlerle dolu işte. İlk insanlardan bu yana olmuş her olay bu düğümü geri dönüşü olmayacak bir şekilde sıkar, sıkar ve artık sıfırdan başlamak diye bir şey yoktur. İlk insan, ilk kez sıfırdan başladığında hiçbir sorun yoktur. Ama birinci hatasını yaptığında bir düğüm atmıştır, ve ikinci insan bu düğüme takılmaya mahkumdur. Bir milyonuncu insan ise aklı erdiği döneme girdiğinde, bu düğümleri görür ve korkar. Sorun sıfırdan başlamak değil, sorun yaşamanın zorluğu değil, sorun insanlar ve hata yapmaktan korkması; çünkü şu anda çevremizde var olan bu milyarlarca düğüm bir anda, tek bir olay ile bir insana görünür. Her birinin sahip olduğu farklı kırılma noktasında.

Kırılma gerçekleştiğinde, insan dönüp kendine bakar ve der ki, “ben buraya yeni bir düğüm mü attım?” İşte o an, insan korkmazsa devam eder, tutunur ve kendini çevresindeki her şey ile sevmeyi öğrenir. Peki ya korkarsa? İşte o zaman, nefes almak ona cehennem olur, yeni bir düğümü bırakma korkusundan, kendisinden, her şeyden kaçar. İç barışı bozulur. Nefret dolar, sinirlenir. Nihayetinde ise yıllarca aynaya bakmaktan çekinen, gördüğünü en çirkin belleyen bir insan bilir kendisini.

Kendini sevmeyi başaran, güçlüdür. Sevebilir. Hem de başka bir insanı, öyle bir sever ki. Acımaz, ne kendisine, ne de yoluna çıkanlara. Sevdiği hedefidir, saplantısıdır, takıntısıdır. Öyle bir düşünür ki, hiç kimseyi düşünmediği gibi. Merak eder, onu ve onun hakkındaki her şeyi. Her salisesini nasıl ve ne yaparak geçirdiğini. İşte seven insan da korkusuz değildir, onun da bir korkusu vardır, ki o da duyduğu ile kalbinin bir konuşmamasıdır. Gizlenen, söylenmeyen en ufak bir gerçek, bir insanı paramparça etmeye yeter; çünkü insan aşık olur. Olduğundaysa, kulaklarının işittiği her şey “yalan” değil doğru olmak zorundadır; ve eğer insan aşık ise “her şeyi” bilmek zorundadır. İnsan için aşk, saplantı derecesinde değilse, bitmeye mahkumdur.

Öte yandan, düğümlerden kaçanlar, korkular içerisinde olanlar, yaşamayı beceremezler. Çünkü her şeyin o kadar farkındadırlar ki, ve tüm yanlışları o kadar yanlış bulurlar ki, tüm bunlar doğru olamadıysa onlar nasıl yeni bir doğru olabilirler? Yeryüzü bu insanlarla doludur, kendini sevemeyen, nefret saçan. Ki bu da bizi en malum yere götürür; kendisini sevemeyen hiçbir insan, başka bir insanı sevemez.

Bir insanı sevmek, kendini sevmektir. Bir insana aşık olmak, yaşamaya aşık olmaktır. Aşk bitince, sevgi de kül olur, yaşama tutkusu da.

Comments